30 Temmuz 2013 Salı

Vakıf ve Vatan Savunması


                      İbrahim Ateş

Milletçe öğünüp gurur duyduğumuz meziyyetlerimizden biri de üzerinde yaşamakta olduğumuz cennet vatanımızı canımızdan aziz bilip, onun uğrunda can ve malımızı seve seve fedâ etme inanç ve kararlılığında olmamız­dır. Yurt sevgisinin imândan olduğuna inanan vatanperver atalarından tevârüs ettiği inanç ve duygu ile yoğrulan kahraman Türk milleti, vatan için dökülen kanı, vatansız yaşayan cana tercih et­miştir. Vatansız varlığın hiç bir değer ve anlam ifâde etmeyeceği yolundaki ulvî düşünceden hareketle can ve malı­nı vatanına armağan etmiştir. Öyle ki; Vatan, Varlık ve Vakıf kelimelerinin dilimiz vc gönlümüzde müstesnâ bir yeri olmuştur. ''V'' harfi ile başlayan bu üç kelimeyi ardarda getirmek suretiyle ''Varlığını vatan için vakfetme'' şeklinde oluşturulan cümle ile, her vatandaşın vatan savunmasında üstleneceği görev özetlenmiştir. Can ve mal emniyeti ile huzur ve güven ortamı içinde yaşamak, her türlü saldırıya karşı koyacak nitelikteki güçlü ve etkin bir savunma ile mümkündür. Özellikle büyüğün küçüğü yuttuğu, güçlünün zayıfı ezdiği ve çeşitli haksızlıkların kol gezdiği bir dünyada yaşamak ve varlığını korumak için güçlü olmak ve muhtemel saldırılara karşı tedbirli olup, savunmaya ağırlık vermek zaruridir. 

Burada şöyle bir soru akla gelebilir: İnsanın vakar ve onuruyla refah ve mutluluğunu amaçlayıp, ona hizmet i­çin akla gelen her iyi ve güzel şeyi konu edinen vakıf müessesesinin, insa­nın güven ve huzuru ile ilgili böylesine önemli bir konuya yaklaşımı ne olmuş ve vatanı savunma alanında ne gibi katkıda bulunmuştur? Böyle bir soruya cevap aramak üzere Vakıfların kuruluşunu, gâyesini, yapılması öngörülen hizmet türlerini, gelir kaynaklarını ve yönetim şeklini belirleyen vakfiye ve benzeri vakıf belgeleri üzerinde yaptı­ğımız araştırma ve incelemelerde, -de, savunmaya yönelik bir çok vakıfların var olduğunu gördük. Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da en yüksek devlet adamından, en basit yurttaşa kadar değişik düzeylerde bir takım kimseler, varlıklarını vakfederek yurt ve yurttaşın güvenlik ve selâmeti için yapılan çalışmalara katkıda bulunmuş­lardır. İncelediğimiz belgelerde savun­ma ile ilgili olarak tesbit ettiğimiz hususlardan bir kaçı şunlardır:

Askerlere gerekli savaş malzeme­si alınarak, ordunun donatılması, 

b) Kara kuvvetlerinin güçlendirilmesi, 

c) Donanmanın ihyâ ve imârı ile güçlenmesi için gerekli techizât temin edilmesi, 

d) Gâzîlerin barınması için hanlar yapılması, 

c) Din ve Vatan uğrunda savaşan

g) 1ztlere at verilmesi, 

f) Tophanenin onarılması, 

g) Esirlerin kurtarılması, 

h) Deniz yoluyla seyâhat eden yol­cuların emniyeti ile saldırganların te­câvüzünden korunmaları için kaleler yapılması, 

i) Kara yoluyla seyahat eden hacı­larla diğer yolcuların, hırsızlar ve yol­ kesicilerin saldırılarından korunmaları için kaleler yapılması ve muhâfız bir­likler kurulması, 

i) Şehid, gâzi ve esirlerin çocukları ile ailelerine yardım edilmesi, 

Bunlar ve benzeri düşünceler, diğer vakıf hizmetleri arasında yer alıp, vakfedenlerin vakfiyelerinde belirtilen irâdeleri doğrultusunda vakıf gelirinin elverdiği oranda uzun yıllar uygulanan hususlardır. Zamanın şartları ile ihti­yaçlarına göre düşünülüp gerçekleştiri­len vakıf hizmetleridir. Vatanı savun­mak için nöbet tutan uyanık göze ce­hennem ateşinin dokunmayacağını müj­deleyen bir dinin mensûbu olan Müslüman-Türk Milleti, savunma hizmet­lerine özel bir önem vermiştir. Nöbet beklemek kadar nöbet tutan Mehmetçi­ğe destek olanın da milli ve kutsal bir görev olduğunun bilinci ile varlığını vatan ve vatandaşına armağan etmeyi şerefli ve onurlu bir görev telakkî etmiştir. Tarihî olaylarla belgeler bu gerçeği dile getirmektedir. Yukarıda sıralanan vatanî görevlerin, vatanperver atalarımız tarafın­dan vakıf yoluyla îfâ edildiğini gös­teren belgelerden bir kaçını, konu hak­kında bir fikir vermesi amacıyla oku­yucularımızın tedkîkine sunmakta fay­da mülâhaza ediyoruz:

1-III, Selim'e ait 23. Muharrem. 1220 H. -(11 Nisan. 1805 M. ) tarihli vakfiyye[1] nin 282. sahifesinde, vakfın gelir fazlasının cihâd işleri ve ordunun do­natılması için tahsis edilmesi ile ilgili olarak şöyle denilmektedir:

''. . . ve îrâd-ı vakf kemâl-i kuvvet buldukda fazla-i vakf re'yi mütevellî ile dîn ve devlet-i â1iyyeye enfa' ve evlâ mesûbât-ı celîle ve umûr-ı cihâdiyye ve gazâya ve asâkir-i İslâm techizine ve levâzım-ı sâire-i cihâdiyyeye harc ve sarf oluna. . ''

Vâkıf III. Sultan Selim, vakfiyyesinin metni sunulan bu bölümünde: Va­kıf gelirinin güçlendiği takdirde gelir fazlasının mütevellînin görüşü ile din ve devlete daha yararlı olan ve büyük sevap sağlayacak şekilde, savaş yapan askerlerin techizi ile diğer gerekli sa­vaş işlerine harcamasını, şart kılmıştır. 

2- Mihrişâh Vâlide Sultan 'a ait 15. Şaban. 1215 H. (20. Aralık. 1800 M. ) ta­rihli vakfiye[2] nin 75. sahifesinde or­dunun donatılması hususunda şöyle şart-edi1miştir:

''. . . Irâd-ı vakf kemâl-i kuvvet bul­dukta, fazla-i vakf re'y-i mütevelli ile din ve devlet-i âliyyeye enfa ve evlâ mesûbât-ı celîle ve umûr-ı cihâdiyye ve gazâya ve asâkir-i İslâm techîzine ve levâzımât-ı sâire-i cihâdiyyeye harc ve sarf oluna. . . ''

Vâkıfe Mihrişâh Vâlide Sultan, vak­fiyesinin bu bölümünde: ''Vakıf geliri­nin kuvvetlendiğinde, gelir fazlasının mütevellînin görüşü ile din ve devlet işlerine, sefere çıkan, savaş eden İslam askerlerinin techizine ve diğer savaş ihtiyaçlarına harcanmasını. . . '' öngör­müştür. 

Aynı vakfiyenin 76-79 sahifelerinde bu defâ

''. . . şürût-ı mezkûremin bâzısından rü­cû edüp ve müceddeden şol vechile şart ve ta'yîn eyledim ki, izhâr-ı şeâir-i dîn ve i'lâ-i kelimetu'llahi'l-mübîn zımnın­da şehr-i yâr-ı hazret-i müşârun ileyh efendimiz hazretlerinin müceddeden ihyâ-kerde-i şâhâneleri olan Tophânei Amire ve Toparabacıları Ocakları nefe­ratları ve Levend Çiftliği ve Üsküdar Kışlağı asâkiri ve sâir sünûf -ı askeriy­yenin masârif -i zarûriyyelerine iânet cümle umûrun akdemi ve istihzar-ı es­bâb-ı umûr-ı cihâdiyye farîzası kâffe-i masâlihin ehemm ve elzemi olduğundan biinâyeti' îlâhi' I-müte'âl-zât-ı me'âlî ­sıfât-ı himmet-disârın câr-bâliş-i evreng-i iffet ve erîke-i pirây-ı evc-i ismet-de ber-karâr oldukça vakf ı şerî­fin tevliyeti yedi âliyyeme mahsûs olarak kâffe-i umûr ve husûsu ve beher

sene îrâd ve masârıfât muhâsebesi kâim-i makâm-ı mütevellî ve kâtib ve rûznâmçecisi ve câbisi ma'rifetleriyle ­ rü'yet olunup ve bi-irâdeti'llâhi Te'â1â

(yâ eyyetühe'n-nefsü'l-mutmainnetü irci'1 ilâ Rabbiki râdıyeten mardıyyeten) da 'vet-i kerîmine icâbet buyurduğumda, vakfı şerîfime necl-i necîb-i muhtere­mim şevketlü mehâbetlü azametlü kud­retlü Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri, meşrûtiyyet üzere mütevellî olup vakfı şerîfimin umûr ve husûsunu idâre ve rü'yet edüp eğer irâde-i â1îyye-i şâhâne­leri şeref -efzâ-yı südûr eder ise vakf-ı şerîfimin bi'lcümle îrâdından ba'de ih­râci'l-vazâif ve'l-masârif bâkî kalan mecmû' fazlası îrâd-ı cedîd-i Humâyûn defterdârı olanlara teslîm ile Hazîne-i Amire'de hıfz olunup umûr'ı askerîyye­-i berriyye ve levâzım-ı cîhâdiyye masâ­rıflarına harc ve sarf oluna. . ''

Vâkıfe Mihrişâh Valîde Sultan, vakfiyyesinin bu bö1ümünde ise özet1e: ''Daha önce öngördüğü şart1arın bir bö­1ümünden dönerek, yeniden şu şeki1de şart kı1dığını ifâde i1e Tophane'deki Top arabacı1arı ve ocak1arı, er1eri, Le­vend Çiftliği ve Üsküdar kışlasındaki asker1erle diğer askerî sınıfların zarûrî masraf1arını karşılamak üzere yardım­da bu1unmanın, her işin başta geleni ve cihâd farîzası için hazır1ık1ı o1manın bütün yarar1arın en önem1i ve en lü­zumlusu olduğundan Allah' ın inâyeti ile hayatta oldukça vakf -ı şerîfinin mütevellî1iğinin kendi elinde olmasını, vakfa ait her türlü işlerle her yıl ge1ir ve masraf muhâsebesinin mütevellî veki1i, katip, rûznâmçeci ve câbî marifet­1eriy1e gözetilmesini ve Allah'ın emriy­1e ''Ey mutmain o1an nefs; Rabbına razı olarak ve olunarak dön, ''çağırısına icâ­bet ederek vefâtında vakfa, oğ1u Sultan Selim'in meşrutiyet üzere mütevellî olup, vakfın işlerini yürütmesini ve eğer irâdeleri o1ursa vakıfla i1gili görev1i­Ierin ücret1eri ile masraflar çıkarıldık­tan sonra vakf -ı şerîfinin gelirinin arta kalanının tümünü Hazine-i Amire'de muhâfaza edilerek kara kuvvetleriyle ilgili askerî hizmet1er1e cihâd ihti­yaçlarına harcanmasını. . . '' şart kılmıştır. 

3­- Çanakkale eşrafından Binbaşı Rüstem Efendi oğlu Mustafa İzzet E­fendi'ye ait 15. Muharrem. 1328 H. (28. 

Ocak. 1910M. ) tarihli vakfiyye[3] nin 2. sahifesinin 18-20. satırlarında do­nanmaya yardım hakkında şu ifâdeler yer almaktadır. 

''. . . ve beher sene gallei mezkûreden faz1a kalan mebâ1iğin yüzde yirmi ku­ruşu bâ1âdaki meşrûtün lehüm ve mür­tezikaya ilk hisse-i muayyeneleri nisbe­tinde redd ve taksîm ve diğer yüzde yirmi kuruşu Donanma-i Osmânî'nin ihyâ ve imârına sarf içün Bahriye Ne­zâreti'nde sarfiyâta me'zûn ve mes'û1 dâire-i âidesine tevdî' ve teslîm oluna. . . '' Vâkıf Mustafa İzzet Efendi, vakfiy­yesinin yukarıya alınan bö1ümünde;''

her yı1 vakfının gelirinden arta ka1an meb1ağ1arın yüzde yirmi kuruşunun da­ha önce kendilerine vakıf gelirinden ödeme yapı1ması şart edilenler1e, görev­li1ere tayin edilen ilk hisseleri oranında dağıtılmasını, diğer yüzde yirmi kuru­şunun da Osmanlı Donanmasının ihyâ ve imârına harcanmak üzere Bahriye Nezâreti'nde harcama yapmaya yetki1i ve sorum1u o1an ilgi1i dâireye ileti1­mesini ve tes1im edi1mesini. . ''şart et­mektedir. Buna göre vakfın kuruluş tarihi o1an 15. Muharrem. 1328 H. (28. 0­cak. 1910M. ) tarihinden itibaren bu vakfın gelirinden yüzde yirmisi her yı1 muntazaman Bahriye Nezâreti'nin i1gi1i dairesine teslim edilmiş o1malıdır. Zîrâ vakıf hukukuna göre vâkıfın şartı, ka­nun hükmü gibi uyu1ması gereken bir husustur. Bahriye Nezâretine ödenmesi öngörülen bu meblağ ilk bakışta az görü1mek1e beraber, süreklilik arzeden sabit bir gelir o1ması ve diğer vakıf1ar­dan gelecek gelirlerle birlikte bir ye­kûn tutacağı gözden Irak tutulmama1ı­dır. Ayrıca önem1i olan, az da olsa ki­şinin içinden geçen düşüncesini, imkânı oranında uygulama alanına koymuş o1masıdır. 

4­- İzmir'in Tilkilik Mahallesi'nin Evliyâzâde Sokağı'nda oturan ve 4. Or­duya mülhak 31. Karahisâr-ı Şarkî Re­dif Mirlivalığından emek1i Hüseyin oğlu­ Hayreddin Paşa' ya ait 9. Şevval. 1328-H. (3. Ekim. 1910 M. ) tarihli vak­fiyye[4]de İzmir'in Hoca Hasan Mahal­lesinde bulunan iki ev ile bir dükkânın vakfedildiği ve vâkıfın kendisi hayatta oldukça sözü geçen evlerle dükkanın tevliyet ve tasarrufu ile gelirlerinin müstakıllen kendisine ait olması, ölümünden sonra ise donanmanın güçlen­mesi için harcanması şart edildiği be­lirtilerek şöyle denilmektedir:

“. . . ve ben bi-emri'llâhi Te'âlâ fevt olduğumdan sonra Devlet-i Aliyye-i Os­mânîyye'nin bi'l-fiil Bahriye Nâzırı bulunacak zâtlar, halefen ba'de selef mü­tevel1îsi olup, ya bizzat kendüleri ve­yahud vekilleri taraflarından mezkûr menzillerle dükkân sene-be-sene icâre-i vâhide ile ve bedeli misilleriyle îcâr edilerek hâsıl olan gallelerinden ihtiyaç zuhûrunda ta'mir ve termîmleri masârı­fı ile vergileri ba'de'l-ihrâc mütebâkî gallâtı sâfiyesi Donanma-i Osmânî'nin tezâyüd-i kuvvet ve satveti içün levâ­zım-ı techîziyye ve sâiresine sarf oluna. . . ”

İncelenmesinde de anlaşılacağı üze­re vâkıf Hayreddin Paşa, vakfiyyesinin bu bölümünde: “Allâh'ın emriyle kendi­sinin vefâtından sonra Osmanlı Devle­tinde fiilen Bahriye Nâzırı olan kimse­lerin peşipeşine vakfına mütevellî o1­malarını, bu mütevellîlerin ya kendileri veya vekilleri tarafından sözü geçen evlerle dükkânı her yıl icâre-i vâhide usûlü ve emsâlinin rayic fiyatı ile ki­raya vermelerini ve elde edilen gelirle­rinden ihtiyaç halinde onarım harca­maları ile vergileri çıkarıldıktan sonra arta kalan saf geliri Osmanlı Donanma­sının gücünün arttırılması ve kuvvetlenmesi için donatım malzemesi ile di­ğer ihtiyaçlarına harcanmasını. . . ” şart kılmıştır. 

5- Adana'da Softa Mahmud Paşa'ya ait 1062 H. (1651 M. ) tarihli vakfiyye[5] de gâzîlerin de barınmaları için bü­yük bir Han tahsis edildiği ifâde edil­mektedir. Vâkıf merhûm Softa Mahmud Paşa, sözü edilen vakfiyyesinin mevkû­fât bölümünde Adana ve çevresindeki bazı yerlerde vakfettiği taşınmaz mallardan söz ederken şöyle demektedir:

''. . . kasaba-i mezbûreden hâric-i bâb-ı Tarsus'da vâki' mukaddemâ Ramazanlı Hoca Sultan evkâfından olmağla müte­vellîsi Abid Çelebi'den bey'i iktizâ et­mekle ma'rifet-i şer' ile iştirâ eyle­diğim arâzîde kendim ihyâ eylediğim bir kıt'a eşcâr-ı müsmireyi müştemil mülk bahçe ve anın kurbünde yine arâ­zi-i mezbûrede ebnâ -i sebîl ve huccâc-ı müslimîn ve guzât-ı muvahhidîn için fîsebilillah' binâ eylediğim Hana mut­tasıl on bâb dükkân. . . ''

Bugünkü dil ile kısaca özetlenecek olursa, şöyle denilmektedir: ''. . Sözü geçen kasabanın dışında Tarsus Kapı­sında bulunan ve eskiden Hoca Sultan vakıflarından olup, satılması gerek­tiğinde bu vakfın mütevellîsî Abid Çe­lebi'den yasal şekilde satın aldığım arazide kendim geliştirdiğim bir parça meyveli ağaçları içeren mülk bahçe ve onun yakınında yine sözü geçen arazi üzerine yolcular ve Müslüman hacılarla Müslüman gâzîler için Allah rızası gâ­yesiyle yaptığım Hana bitişik on dük­kân. '' Bu ifâdelerden açıkça anlaşılacağı üzere vâkıfın, sözü edilen Hanı Allah rızası doğrultusunda vakfederek yolcular, hacılar ve gâzîlerin hizmetine tahsis ettiğini görmekteyiz. 

6- Sinan oğlu Sokullu Şehîd Meh­med Paşa'ya ait Evâil-i Zi'l hicce-981 H. (Mart-Nisan. 1573 M. ) tarihli vakfiy­yede ârdâ için yetiştirilecek cins kıs­raklardan elde edilecek atların, ihtiyacı olan gâzîlere verilmesi şart edilmiştir. Bu vakfiyyenin mevkûfâtla ilgili bir bölümünde[6] Rûst Kasrı Kazasındaki mandıradan bahisle şöyle denilmekte­dir:

''. . . ve biri dahi kazâ-i mezkûrda kar­ye-i mezbûre kurbünde vâki' olup, Pîrî Ağa nâm kimesneye intimâ ile meşhûr olan ma'lûmü'l hudûd mandıradır ki, i­çinde bir değirmeni ve üç balıklağısı ve mülk çayırı ve sazlığı ve korusu ve kışlağı olan ve durumları bilinen müteaddid boş a­razisi bulunan mandıranın olduğu be­lirtilmektedir. Bu mandıranın vakfedil­diği tarihte içinde 235 baş su sığırı, 263 baş kara sığırı ve 96 baş yond[7] bu­lunduğu ifade edilmektedir. Daha son­ra aynı vakfiyye[8] de, vakfedilen ta­şınır ve taşınmaz malların yerleri ile özellikleri belirtilmeye devam edilir­ken, kezâ bugünkü millî sınırlarımız dışında bulunan Tamuşvar vilayetinde çanat Sancağında Biçkerek Varoşunda bazı taşınmaz mallardan söz edildikten sonra burada özel sınırnâmesinde sı­nırları belirtildiği ifâde edilen man­dırada bulunan bir takım büyük baş hayvanlarında vakfedildiği beyân edilerek şöyle denilmektedir:

''. . . ve biri dahi iki yüz elli bâr-gir[9] esb-mâdedir ve biri dahi altıyüz re's kâv ve onbir re's câmûsdur ve dahi zikr olunan bâr-gîrler ve yond ve kara sığır­ları cemî'an ol hadd içinde ra 'y olunurlar. . . ''. 

Biçkerek Varoşunda sınırları özel bir sınırnâme ile belirtildiği ifâde edilen nehir kenarındaki sulak arazide aynı yerde ve toplu halde yayılmakta olan 250 beygir ile kısrak, 600 sığır ve 11 camus olmak üzere toplam 861 adet büyük baş hayvanın vakfedildiğini yu­karıda metni verilen vakfiyye bölü­münde öğrenmekteyiz. Söz konusu vak­fiyyenin hayır şart ve hizmetler bö­lümünde ise bahsi geçen mandırada beslenen kısraklardan elde edilecek atlardan ihtiyacı olan gâzîlere birer at verilmesi hususunda şu ifâdeler yer almaktadır[10]:

vâkıf –ı müşârun ileyh hazretleri şöyle şart ettiler ki, sâbıken zikr olup fîsebîli'llah vakf olunan yondlardan hâsıl olan atları gurât-ı murîh guzât-ı müslimîn ve kümât-l âlî-simât mücâhidînden her kangı gâzînin atı ol­mayup küffâr-ı bedtebâra gazâ etmek i­çün isteye re'yi hâkim ve mütevellî ile ol gaziye bir yarar at verile, tâ kim i'lâyı kelimetu'llâh içün üstünde gazâ eyleyüp sevâbını rûh-ı vâkıfa ihdâ eyle­ye ve şart etdiler ki, verilen atı ve at verilen guzâtı isim ve resmiyle sicill-i guzâta geçirüp sicil sûreti her yıl mu­hâsebe defteri ile tafsîl üzere mütevel­lî-i kebîre gönderile. . . ''. 

Vâkıf merhûm Sokullu Şehîd Meh­med Paşa'nın vakfiyyesinin yukarıda sunulan bu paragrafını incelediğimizde: 

a) Sözü geçen mandırada sayısı belirtilen kısrakların Allah rızası için vakfedilmiş olup, onlardan elde edile­cek atların. din ve vatan uğrunda kâfirlerle savaşan gâzîler ve mücahidlere tahsis edildiğini, 

b) Bu atların gelişigüzel değil, sis­temli bir şekilde istihdâm edilip, atı o1­mayan ve düşmanlarla savaşmak üzere at isteyen her gâzîye yararlı bir at verilmesinin öngörüldüğünü, 

c) Bu atların Allah'ın kelâmını yüceltmek amacıyla savaşta kullanılma­sını ve böylece elde edilecek sevâbın vâkıfın ruhuna armağan edilmesinin şart edildiğini, 

d) Kendilerine at verilen gâzîlerle, verilen atların isim ve evsâfının kadı siciline kaydedilip, her yıl sicil sûreti­nin muhâsebe defteri ile birlikte detaylı bir şekilde büyük mütevellîye gönde­rilmesinin istendiğini görmekteyiz. 

Ayrıca Vâkıf Sokullu Şehîd Mehmed Paşa'nın geniş kapsamlı vakfiyyesini bir bütün olarak incelediğimizde, çok yönlü hayrî ve sosyal hizmetleri öngö­ren sosyal amaçlı bir vakıf kurmuş ol­masına rağmen yukarıda görüldüğü ü­zere vakfiyyesinde belirtilen şekilde savunmaya yönelik şartlara yer vermiş olmasında vakfın kurulduğu tarihlerde Rûsî Kasrı ve Tamuşvar gibi bugün millî sınırlarımız dışında kalan yer­lerde bulunan Müslüman Türklerin ko­runmasına verilen önemi anlamaktayız. 

7­- Tophâne-i Amire Ocağı Ağasının nezâreti altında bulunan Sinan Paşa'yı Atîk Vakfı[11] gelirinin bir kısmı, top dökümü için istihdâm edilen yerin ona­rımına ve mütevelliliği de sözü geçen ocağın Rûznâmçecisi olanlara şart edil­miştir. 

8- Şam'ın Salihiye Mahallesinde Selâhaddin kızı Saliha Hatun'a ait 708 H. (1308 M. ) tarihli vakfiyye[12]'de esir müslümanların kurtarılmasıyla ilgili olarak şöyle denilmektedir:

''. . . ve merkûm vâkıfe, üserâ-i müs­limînin mahzûl firenglerin ellerinden kurtarılmasına, kaldığında bu vakfın mahsûlü tâm bir sene nâzırın elinde cem' olup, anı ümenâ-i müslimînden kendine i'timâd olunan bir veya ziyâde kimse ile karada ve denizde fireng bel­delerine gönderip, anınla esîr düşen Müslümânlardan erkek ve dişi ve çocuktan ihtiyâr ettiği kimseyi kurta­racak. Şu vech üzre ki anlardan her birine elli aded dînâr-ı Mısrî ve bundan

aşağı meblağ ile veya ol günde te'âmül eden ve merkûm meblâgın makâmına kâim herhangi bir nakidle satın alacak ve kurtardığı kimseler bilâd-ı müsli­mîne vâsıl oluncaya kadar onların na­faka ve kisvelerini de i'tâ edecek ve bu husûs tamâmı iki sene müteazzir olur ise, vakfın nâzırı bu iki sene içinde vakfın gelirini cem'idüp her nerede bulunan fukâra ve mesâkîn-i müslimîne dilediği mikdârı sarf edecek ve ister nakid ve ister kisve ve ister ekmek ve ister ise suya sarf edecek ve merkûm nâzır, kisve ve ekmek ve nakid ve suyu cem'itmek ister ise ol sûretle sarf idüp sûret-i sarf anın re'yi ve ictihâdına menût bulunacak ve iki sene sonra üse­râ-i müslimîni kurtarmak hâsıl olursa, mezkûr gelirin şerh ve beyân olunan vech üzere sarf edilecek ve yine müte­azzir olur ise yine fukarâve mesâkîne tasvîr edildiği vech üzere sarf edecek ve dünyânın sonuna kadar böyle cârî olacak. . . ''

Vâkıfe Saliha Hanım, vakfiyyesinin bu bölümünde özetle: ''Esir düşen Müs­lümanları firenklerin ellerinden kur­tarmak için, bu vakfın gelirinin tam bir sene vakıf idarecisinin elinde top­lanarak, toplanan bu meblağın güveni­lir Müslümanlardan kendine güvenilen bir veya birkaç kimse ile karada ve de­nizde firenk ülkelerine gönderip, onun­la esir düşen Müslüman erkek, hanım ve çocuklardan dilediği kimseyi kurtar­masını; bu esir Müslümanlardan herbi­rinin alınması için 50 Mısır dinarı veya daha aşağı meblağ ya da o gün teâmül eden ve sözü geçen meblağın yerine kâ­im olan herhangi bir nakitle satın ala­rak kurtarmasını, kurtarılan bu esirle­rin İslâm ülkesine ulaşıncaya kadar yi­yecek ve giyeceklerini de temin etmesi­ni, bu hususu uygulamak iki sene ka­dar bir süre imkânsız olur ise, vakıf idarecisinin bu iki senelik vakıf geli­rini toplayarak nerede olursa olsun di­lediği fakir ve yoksullara, dilediği mik­tarı harcayabileceğini, bu harcamayı is­ter nakit para, ister giysi ve isterse gı­da maddesi olarak yapabileceğini, iki sene sonra Müslüman esirleri kurtar­mak imkânı doğması halinde ise sözü e­dilen gelirin belirtilen şekilde harcan­masının, yine mümkün olmazsa yine fakir ve yoksullara belirtildiği şekilde dünyanın sonuna kadar harcamaya de­vam edilmesini. . . '' öngörmüştür. 

9- IV. Mehmed'in Vâlidesi Hatice Turhan Sultan'a ait 27. Receb. l073 H (26. Şubat. 1663 M. ) tarihli vakfiyye[13] de Çanakkale Boğazında adı geçen Vâlidc Sultan tarafından boğazın iki sâhilinde, biri Kal'a-i Sultâniye (Kum­kale), diğeri Seddü'I-Bahr ismiyle iki kale inşâ ettirildiği belirtilmektedir. Herbirisinin içerisine câmi', mekteb, hamam gibi lüzumlu binâ ve tesislerden başka bu kalelerde görev yapacak as­kerler, subaylar ve diğer hizmet erbâbı için bir çok evler, dükkanlar, çarşılar yaptırılmıştır. Ayrıca her kale gerekli olan alet, edevât ve silahlarla dona­tılmıştır. İlk önce Fâtih Sultan Mehmed tarafından tahkim edilmiş olan Çanak­kale Boğazında inşaa olunan kalelere dair vakfiyyelerin en önemlisi olan bu vakfiyyenin ilgili bölümünü aynen sun­makta fayda görüyoruz:

''. . . ve lâkin hazret-i habîb-i Ekrcm sallallahü Te'â1â aleyhi ve sellemden rivâyct olunan ''izâ mâte'l-insânu in kat'a ameluhu illâ min selâsetin illâ min sadakatin câriyetin ev ilmin yunte­fau bihi ev veledin sâlihin yed'û lehu'' hadîs-i şerîfinin fahvâ-yı münîfi üzere afdal-ı sadakit ve ekmel-i hasenât, etemm-i hayrât vc eberr-i meberrât kü­rûr-ı şühûr vc â'vâm ile avâidi müntehi­ye ve mürûr-ı leyâlî ve eyyam ile fevâ­idi münkaziye olmayup bekâyı müddet­i dünyâyı fâniyc ile bekâye ve ilâ yevmi'l-kıyâm fevâid ve mevâridi câri­yc olan binâ-i amâir-i â1iyye ve inşâ-i mebânî-i sâmiye olduğu o melike-i zemîn ü zemân hazretlerinin pîşgâh-ı basar-ı basîretlerinde nümâyân olmağın münâsib olan mevâzide amâir-i azîme bünyâdına taviyyet-i hâlise ile niyyet ve mebânî-i metîne îcâdına azîmet-i muhlise ile himmetleri olmağın, mü­himmât-ı dîniyyeden olan sugûr-ı İs­lâmiyye mesûbâtından hisse-yâb ve (câ­hidû bi-emvâ1ikum) emrine imtisâl ile dâreynde nâil-i sevâb-ı bîhisâb olmağı­çün sevâhil-i Bahr-i Sefîdden Boğazhi­sârı hâricinde vâki' eski İstanbul nâmı ile iştihâr bulan mahalde küffâr-ı hâk­sâr fülk-i felek girdârlarıyla lenger endâz-ı ikâmet olup, Mısr-ı Kâhire ve memâlik-i sâireye deryâ tarafından azî­met eden huccâc ve sevdâ girânın âmed ü şüdlerine mâni olmağ ile izrâr u eziy­yet ve gâh u bigâh sefâin-i ehl-i İslâmı dîn-penâhı nehb ü gâret ve garîk-i em­vâc-ı kahr u hasâret edüp ahz etdikleri müslimîni esîr ve mübtelâyı bend ü zencîr etmekle mazarrâtdan hâlî olma­mağın, ol Belkîs u İskender-temkîn eb­kâhallâhu Te'âlâ ilâ yevmi'd-dîn haz­retleri def-i Ye'cûci fiten-i müşrikîn için sedd-i emîn ve memâ1ik ve mesâli­ki müslimîne hısn-ı hasîn olmağ içün hasbeten li’llâhi Rabbi'l-âlemîn ve tale­ben li-şefâ'ati seyyidi'l-mürselîn zikr olunan mahalde birbirine mukâbil iki aded kal'a-i bî-misl ü mu'âdil binâsına fermânları sâdır olmağla ale'l-fevr en­dâze-i kıyâsdan bîrûn bennâ' ve ummâl ve neccâr ve emvâl ve nukûd-ı bî-hadd ü şümâr irsâ1iyle mühimmât ve edevât-ı binâ ihzâr olunup mi' mârân-ı kâr-dân ikdâm-ı tâmm üstâdân-ı adîmü'l­ akrân sâ'y u ihtitâm-ı mâ-lâ-kelâm eyleyüp sinîn-i kesîrede itmâmı mütesavver o1­mayan iki hısn-ı azîmü'l-bünyân ve hi­sâr-ı metînü'l-erkân yümn-i himmet-i bî-hemtâları ile müddet-i yesîrede karîn­i encâm ezmîne-i kasîrede hüsni-İhtitâm bulup, her birisinin temhîd-şüvâr-ı üs­tüvârı merkez-i hâke vâsıl ve kule-i gerdûn-medârı felekü'l burûca mümâsıl olup tertîb-i bünyâd-ı sengîn nihâdına mühendisîn-i mâhirîn harc-ı sanayi've tanzîm-i bürûc-ı âsumân urûcunda üs­tâdân-ı kâmil sarf -ı bedâyi' kılup, birisi Kal'a-i Sultâniye ünvânıyla iştihâr ve birisi dahi Seddü'l-Bahr ismiyle şöhret şi'ar olup her birinin dahilinde bir ca­mii şerîf ve bir mekteb-i latîf ve bir hamam-ı nazîf binasından mâadâ mus­tahfizân ve kal’a-dârân içün nice büyût­ve me'va ve dekâkîn ve esvâk-ı bîhemtâ binâ olunup hıfz u harâset-i kal'aya müteallika olan ve eshâb ve âlât ve ede­vât ve mühimmât kemâ yenbagî i'dâd ve ihzâr olunmağ ile gayret-şiken-i dâ­ru diyâr ve ibret-figen-i kasabât-ı am­sâr olup bi-avni'llâhi Te'âlâ küffar-ı haksâr min ba'd ol mahalle gelmek mu­hal ve hîn-i mürûr ve ubûrda ehl-i İslama firka-i hâsıre-i dalâlet-şi'ardan isâbet-i eziyyet ve izrâr mumteniu'l-ih­timâl olduktan sonrâ. . ''

Zamanın yazı diline göre Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerin girift vaziyyetde kullanıldığı klasik Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınmış olan vak­fiyyenin yukarıya alınan bölümünden aşağıdaki sonuçları elde etmekteyiz:

a) Hz. Peygamberden rivayet edilen ''İnsan ölünce amel defteri kapanır; ancak, sadaka-i cariye, hayırlı evlâd, faydalanılan ilim bırakanlarınki müs­tesnâ'' mealindeki hadîs-i şerîfin ifâde ettiği üzere sadakaların en üstünü, iyi­liklerin en mükemmeli, hayırların en iyisi aylar ve yılların tekerrür etme­siyle sona ermeyen, gece ve gündüzle­rin geçmesiyle faydaları tükenmeyen, dünya durdukça devam edip kıyamet gününe kadar fayda ve kaynakları sü­rekli olan işin yüce hayır binalarını yapmak olduğunu gören valide Sultan uygun yerlere yüksek ve sağlam hayır binalarını yapmaya yönelmiştir. 

b ) Bu noktadan hareketle önemli İs­lâmî boğazlarda yapılacak hayrî hiz­metlerden pay almak amacıyla ''Malı­nızla cihad ediniz. ''[14] meâlindeki İlâhî buyruğa uyarak dünya ve ahirette he­sapsız sevaba ermek için Akdeniz kı­yılarında Boğazhisarı dışında bulunan Eski İstanbul adıyla meşhûr olan yerde durup, Mısır ve diğer ülkelere deniz yoluyla gitmek isteyen hacılarla yol­cuların gidip gelmelerine engel olup zarar veren ve işkence yapan hatta, za­man zaman Müslüman halkın gemileri­ne saldırılar düzenleyerek yağma eden kafirlerin, Müslümanları yer yer boğul­mak üzere denizlerin dalgalarına bırak­ma ve yer yer esir alıp zincire vurma tehlikelerinin önlenmesi için o şanı yüce Vâlide Sultan tedbîr olarak, Allah rızasıyla Peygamberin şefâatini talep gayesiyle adı geçen yerde birbirine karşı eş ve benzeri olmayacak nitelik ve yücelikte iki büyük kale yaptırıl­masını emretmiştir. 

c) Verilen bu emir üzerine derhal sanatında mâhir olan mimar, mühendis, yapıcı ustaları, marangozlar ve diğer sanatkârlarla işçiler, iş başı yapmıştır. Bu amaçla gönderilen sayısız paralarla gerekli âlet, edevât ve mühimmât alınıp iş yerinde hazır bulundurulmuş ve u­zun yıllarda tamamlanacağı düşünüle­meyen iki büyük kalenin, Vâlide Sul­tan'ın yüce himmetleriyle kısa sürede mükemmel bir şekilde yapıları tamam­lanmıştır. 

d) Yukarıda işaret edildiği üzere yapılan bu iki kaleden birine Kal'a-i Sultâniye (Kumkale), diğerine de Sed­dü'l-Bahr (Deniz barajı) adı verilmiştir. Söz konusu kalelerden her birinin için­de az önce işaret edildiği üzere birer câmi', mektep, hamam ile muhafızlarla kale kumandanları için bir çok evler, sığınaklar, dükkanlar ve çarşılar ya­pılmıştır. 

e) Kalelerin korunmasına ait her türlü alet, edevât ve mühimmât sağla­narak kalelere yerleştirilmiştir. Böyle­ce sözü geçen kalelerle bölge, gösterilen ilgi ve sağlanan imkanlar sayesinde her türlü şiddet, gasb ve saldırıdan koru­nup huzur ve güven temin edilmiştir. Allah'ın yardımı ile kâfirlerin gemileri bu bölgeye gelemez olmuş ve Müslüman halk gidiş-gelişlerinde saldırı, zarar ve eziyete düçâr olmaktan kurtarılmıştır. 

10) 23. Cemâziye'1-evvel. 1140 H. (27. Aralık. 1727 M. ) tarihli vakfiyyeye göre Çanakkale Boğazı dışında Bababurnu adlı yerde Hırzü'l-Bahr kalesi de eski Kaptan Paşalardan Kaymak Mus­tafa Paşa tarafından hizmete konul­muştur. Adı geçen Vakıfa ait belirtilen vakfiyyenin, vakfedilen taşınmaz mal­lardan söz edilen bölümünde[15] bu kaleden bahisle şöyle denilmektedir:

''. . . ve merhûm-ı mezbûrun hayâtında Bahr-i Sefîd Bababurnu nâm mahalde, hasbeten lillahi Te'âlâ Hırzü'I-Bahr nâm kale derûnunda ve bîrûnunda binâ eyle­diği ma' lûmu'l-hudûd ve'l-aded hamâm ve dekâkîn ve limanında binâ eylediği ebniye-i memlûke. . . ''yani''. . . sözü geçen merhum Vâkıf, hayatta iken Akdeniz kıyısının Bababurnu adlı yerde Allah rızası için ''Hırzü'l-Bahr'' adlı kalenin içinde ve dışında yaptırdığı sınırları ve sayıları bilinen hamam ve dükkanlar ve limanında yaptırdığı mülk binalar. . . '' denildikten sonra aynı vakfiyyenin 3. sahifesinin 11-42. satırlarında sözko­nusu kale ile burada görevlendirilecek personel hakkında aynen şöyle denil­mektedir:

''. . . ve yine merhûm-ı mezbûr sâlifu'z­zikr Hırzu'l-Bahr Kal'ası derûnunda hayâtında müceddeden binâ ve ta'yîn-i cihât eylediği câmi-i şerîfde hatîb o­lanlara yevmî beş akça ve imâm olan­lara yevmî on ve müezzin olanlara yev­mî yedi akça ve bevvâb olanlara yevmî kırk akça ve kethüdâ olanlara yevmî yirmi akça ve topçubaşı olanlara yevmî otuz akça ve topçular ketdühâsı olan­lara yevmî onbeş akça ve kal'a-i mer­kûmede kâtib olanlara yevmî on akçe ve kal'a çavuşu olanlara yevmî on akçe ve topçular çavuşu olanlara yevmî sekiz akçe ve kal'a-i mezbûrede nöbet çalmak içün ser-mehter olanlara yevmî altı akçe ve iki nefer erlerine yevmî beşer akçe ve su yolcu olanlara yevmî yedi akçe ve kal'a-i mezbûre bevvâbı olanlara yevmî sekiz akçe ve kal'a-i mezkûrede oda-i evvelde ser-bölük olan­lara yevmî on akçe ve dokuz nefer ne­ferâtından her birine yevmî yedişer ak­çe ve oda-i sânîde ser-bölük olanlara yevmî dokuz akçe ve dokuz nefer nefe­râtından her birine yevmî yedişer akçe ve oda-i sâlisde ser-bölük olanlara yevmî dokuz akçe ve dokuz nefer neferâtın­dan her birine yevmî yedişer akçe ve yine kal'a-i mezbûrede topçular odala­rının oda-i evvelinde ser-bölük olanlara yevmî on akçe ve sekiz nefer neferâtın­dan her birine yevmî yedişer akçe ve oda-i sânîsinde ser-bölük olanlara yevmî on akçe ve sekiz nefer neferâtından her birine yevmî yedişer akçe verile ve yine merhûm-ı merkûm kal'a-i mez­bûre varoşunda hayâtında müceddeden binâ ve ta'yîn-i cihât eylediği câmi'i şerîfde vaiz olanlara yevmî on akçe ve imâm olanlara yevmî on akçe ve hatîb olanlara yevmî sekiz akçe verile ve câ­mi'i mezkûrda her kim imâm olursa ol hatîb ola ve müezzin-i evvel olanlara yevmî altı akçe ve müezzin-i sânî olan­lara yevmî beş akçe ve kayyim-i evvel ma'a sirâcî olanlara yevmî beş akçe ve kayyim-i sânî olanlara yevmî dört akçe ve yevmî beş akçe dahi devir-hân-ı ev­vel vazîfesi olup müezzin-i evvel olanlar devirhân-ı evvel ola ve yevmî dört akçe dahi devir-hân-ı sânî vazîfesi olup müezzin-i sânî olanlar devir-hân-ı sâl1t olâ ve devir-hân-ı sâlis olanlara yevmî dört akçe ve yevmî dört akçe dahi na't­hân vazîfesi olup, devir-hân-ı sâlis olan­lar na't-hân ola ve yevmî bir akçe hâ­fız-ı seccâde vazîfesi olup kayyim-i ev­vel olanlar hâfız-ı seccâde ola ve yevmî iki akçe dahi ferrâş-ı kenîf vazîfesi o­lup kayyim-i sanî olanlar ferraş-ı kenîf ola ve suyolcu olanlara yevmî dört akçe vazîfe verile ve merhûm-ı mezbûr şöyle şart etmişdi ki, balâda zikr olunan cihât erbabı ve neferatdan herbiri ibâdu'llâhı hıfz u harâset ve a'dâ-yı dînden sîyânet içün umûmen kal'a-i mezbûrede ta'yîn oldukları hizmetlerinden bir an mün­fekk olmayup ta'yîn olunan vazâife mutasarrıf olalar ve bâlâda zikr olunduğu üzere zikr olunan kal'a derû­nunda ve bîtrûnunda vaki' musakkafâtın gallâtını tahsil ve zikr olunan câmi'lerin iktizâ eden masârıfını rü'yet ve vazâyifi mezkûreyi erbâbına teslim içün yine evkaf mütevellîsi tarafından bir kâim-i makamı mütevellî nasb ve ta'yîn olunup beher yevm onbeş akçe vazîf e verile ve vazâif -i mezkûre asıl mütevellî ma'rifetiyle her üç ayda bir verile ve kal'a-i mezbûrede iktizâ eden ta'mirât ve sâir masârıf-ı lâzıme kal'a-i merkûmda kâtib olanlar kalemiyle âsi­tâne-i saâdetde beher sene asıl müte­vel1î ma'rifetiyle muhâsebesi görüle. . . ''

Vâkıf Kaymak Mustafa Paşa'nın vakfiyyesinin yukarıya alınan bölü­münün incelenmesinde de görüleceği ü­zere, bu büyük insan, Hırzü'l Bahr'de câmi' hamâm, dükkanlar ve evler de in­şâ ettirmiştir. Hatip, imam, müezzin ve kapıcı tahsisâtından başka, kalede de­vamlı olarak vazife görecek askerlere de tahsisler yapmıştır. Vakfiyyeye göre bunlar tayin edildikleri hizmetlerin ba­şından bir an bile ayrılmayıp, kaleyi ve çevreyi koruyup savunmakla yükümlü kılınmışlardır. Vakfiyyenin bu bölü­münde Hırzü'l Bahr Kalesi mürettebâtı­na verilecek ücretler hakkında şu hu­suslar yer almaktadır. 



A -Kale içindeki câminin:

1­ Ha ti bine günlük 5 akçe, 

2-İmamına günlük 10 akçe, 

3-Müezzinine günlük 7 akçe, 

4-Kapıcısına günlük 8 akçe, 



B-Kalede:

l- Dizdar[16] olana günlük 40 akçe, 

2- Kethüdâ[17] olana günlük 20 ak­çe, 

3-­ Topçubaşı olana günlük 30 akçe, 

4-­ Topçular Kethüdâsı olana günlük 15 akçe, 

5-Kâtip olana günlük 10 akçe, 

6-Kale Çavuşu olana günlük akçe, 

7-Topçular Çavuşu olana günlük 8 akçe, 

8-Mehterbaşı olana günlük 6 akçe, 

9-İki kişi mehter adamlarına günlük 5'er akçe, 

10-Suyolcu olana günlük 7 akçe, 

ll-Kale kapıcısına günlük 8 akçe, 

12-Birinci odada bölükbaşı olana günlük 10 akçe, 

13-Birinci odanın 9 nefer erlerinden her birine günlük

7'şer akçe, 

14-İkinci odada bölükbaşı günlük 9 akçe, 

15-İkinci odanın 9 nefer erlerinden herbirine günlük 7'şer 

akçe, 

16-Üçüncü odada bölükbaşı olana günlük 9 akçe, 

17-Üçüncü odanın 9 nefer erlerin­ den herbirine günlük 

7'şer akçe, 

18-Birinci topçular odasında bölük­ başı olana günlük 10 akçe, 

19-Birinci topçular odasının 8 nefer erlerinden herbirine günlük 7'şer akçe, 

20-İkinci topçular odasında bölük­ başı olana günlük 10 akçe, 

21-İkinci topçular odasının 8 nefer erlerinden herbirine günlük 7'şer akçe, 



C-Kale dışındaki Câmi'de:

l-Vâiz olana günlük 10 akçe, 

2-İmam olana günlük 10 akçe, 

3-Hatib olana günlük 8 akçe, 

4-Birinci müezzin olana günlük 6 akçe, 

5-İkinci müezzin olana günlük 5 ak­çe, 

6-Siracî1ikle birlikte birinci kayyim olana günlük 5 akçe, 

7-İkinci kayyim olana günlük 4 ak­çe, 

8-Birinci devir-hân olana günlük 5 akçe, (Bu görev birinci müezzine tah­sis edilmiştir. )

9-İkinci devir-hân olana günlük 4 akçe, (Bu görev ikinci müezzine tahsis edilmiştir. )

10-Üçüncü devir-hân olana günlük 4 akçe 

11-Na't-hân olana günlük 4 akçe, (Bu görev üçüncü devir-hana tahsis edilmiştir, ) 

12-­ Tuvalet temizlikçisi olana gün­lük 2 akçe, (Bu görev ikinci kayyim ola­na tahsis edilmiştir. )

13-Seccâde muhâfazacısı olana gün­lük 1 akçe, (Bu görev birinci kayyim olana tahsis edilmiştir. )

14-Suyolcusu olana günlük 4 akçe, 

Yukarıda dökümü verilen görevli­lere ödenecek ücretler incelendiğinde; kale içindeki câmide görevlendirilen 3 din görevlisi ile bir hizmetli, kaledeki 60 güvenlik görevlisi ile diğer personel ve kale dışındaki câmide görevli 9 din görevlisi ile yardımcı personel olmak üzere günde 73 görevliye toplam olarak 615 akçe ödenmesi öngörüldüğü anlaşıl­mıştır. 

11-Sadrazam Moralı Hasan Paşa'ya ait Gurre-i Safer-1116 H, (26. Mart. 1704 M. ) tarihli vakfiyye[18]de Hatay'da Şeyhü'I-Hadîd diye bilinen mukataanın sınırları içinde ve Antakya şehri ile Bakras ve Belen arasında bulunan Karamurt diye tanınan yerin, Mekke-i Mükerreme, Medîne-i Münevvere, Şam, Mısır, Halep ve o çevredeki diğer şehirlerin geçiş yeri iken zamanla buradaki köylerin harap, çiftlik ve ırmakların kullanılmaz hale gelmesi nedeniyle, hırsızların ve yol kesicilerin sığınağı haline gelerek, hacıların ve diğer yolcuların geliş-gidişi sırasında yollarına çıkan yol kesicilerin birçok kimseyi öldürdükleri mal ve mülklerini soyup zorla gasb ettiklerinden dolayı sözü geçen yerin imar ve ihyası ciheti­ne gidilerek burada bir kasaba, bir kale inşaa ile etrafında köyler kurmak sure­tiyle, eşkiyanın saldırı1arından yolcu­ların korunması gerektiğinden bahisle şöyle denilmektedir:

''. . . mukâtaa-i merkûme Karamurt nâm mahalde binâ ve inşâ olunan kal'a­-i ref1atü'l-bünyân ve bir câmi'-i şerîf ve ma'bed-i latîf ve müslimîn ve müsli­mâtın nezâfet ve tahâretleri içün i'dâd olunan çifte hamâm ve âyende ve revende nüzû1 ve İrtihâ11eri içün hâricen ve dâhilen dokuz ocaklı bir ribât-ı â1i ve kâr-bân sarây-ı mahrûsü'l-havâlî ve etfâ1-i müslimîn ve vildân-ı muvahhidîn ta'lîm-i Kur'ân-ı Azîm etmeleri içün bi­nâ olunan mekteb-î meymenet ihtivâ ve kal'a-i mezbûre huddâmı ve müsâfirin itâmı içün inşâ ve ihdâs olunan imâret-i âmire ve ni'met-hâne-i fâhire ve otuz a­ded dekâkîn ve neferât-ı kal'a ve mü­tevellî ve kâtib ve vâiz müezzinân ve kayyim sakin olmaları içün binâ olu­nan menâzil ve ebniyeyi ve kireç ve taş ve horasan ile mebnî su yollarına has­beten li'llâhi'l-aliyyi''l-a'lâ ve haseneten li-rûhi resûlihi'l-mu'allâ vakf ve habs idüp. . . '' daha sonra''. . iş bu ciheti birrin tertîb-i vazâif ve mühimmât ve tensîk-i levâzım ve mühimmâtı içün şöyle şart ve ta'yîn buyurdular ki, kal'a-i mezbû­reyi muhâfaza içün 26 nefer kimesne süvârî mustahfızı ve bir nefer kimesne süvârî ağası ve bir nefer kimesne süvarî kethüdâsı ve bir nefer kimesne alemdar ve bir nefer kimesne çavuş ta'yîn olu­nup, ağalarına yevmî 30 akçe ve kethü­dâ1arına yevmî 20 akçe ve alemdârları­na yevmî 17 akçe ve çavuşlarına yevmî 16 akçe ve neferât-ı mezkûrenin her­birine tabak bahaları ile ma'an yevmî 15'er akçe vazîfe ta'yin olunup anlar dahi vazîfe-i mu'ayyeneleri mukâbele­sinde âyende ve revendeyi bir şey tale­bi ile rencîde ve ta'cîz etmeyüp, Antak­ya'dan Belen'e varup gelen yolcuları, iktizâsı mertebe neferâtile götürüp iyâzen billâhi Te'âlâ bir kimesneye ha­sâret vâki' olursa zecren lehum garâme­ti kendülere aid ve râci'olup, muhâfaza emrinde ihtimâm-ı tâmm ile kayd-ı tâmm eyleyeler ve kezâlik 15 nefer pi­yâde müstahfizîn ve bir diz-dâr ve dört nefer bevvâb ta'yîn olunup, diz-dâra yevmî 15 akçe ve bevvâbların her biri­ne yevmî 12'şer akçe ve neferat-ı sâire­nin her birine yevmî l0'ar akçe vazîfe verilüp, mezbûrlar dâimâ kal'a-i mez­bûre ve etrâfını muhâfaza emrinde mucidd ve sâ'î olalar ve evâiI-i kıbalada zikri mürûr ettiği üzere derûn-ı kal'ada inşâ olunan menâzilden dâhiliyye ve hâriciyyeli bir menzil mütevellî-i vakf içün ve dâhiliyye ve hâriciyyeli bir menzil ağayı süvârî içün ve diğerle­ri âtî vâiz ve mu'allim-i mekteb ve i­mâm ve hatîb ve müezzinânın her biri ve kayyim ve kâtib ve kethüdâyı süvarî ve alemdar ve çavuş ve dizdar ve nefa­rat-ı süvârî ve piyadenin her biri içün hallerine göre birer menâzil ta'yîn ve tahsîs oluna ve eger süvarî ve piyade müstahfizandan biri kal'ada sakin 0i­mayup ve yahud hizmet-i lâzımesinde kusûr ederse mütevellî-i vakf onlarınki­ni âhere arz etmede tereddüt ve tevak­kuf eylemeye. . . ''

Vakfiyyenin incelenmesinden anla­şılacağı üzere Vakıf Hasan Paşa, söz konusu mukataayı, zamanın parasıyla 7500 kuruşa satın alarak belirtilen yerden geçen hacılarla diğer yolcuların güvenliğini sağlamak gibi olağanüstü yüce ve insancıl bir amaçla Allah rızası için mukataa ve muhtevasını vakf et­miştir. Belirtilen amaçla vakfedilen bu yerde yapılan binalar şunlardır:

a) Muhteşem bir kale, 

b) Bir cami-i şerîf, 

c) Müslümanların temizlenmeleri için yapılan çifte hamam, 

d) Gelip-gidenlerin konaklamaları için yapılan içten ve dıştan 90 ocaklı kervansaray, 

e) Çocuklara Kur'an-ı Kerîm öğre­tilmesi için yapılan bir mektep, 

f) Kalenin hizmetçileri ile misafirlerin doyurulmaları için yapılan imaret, 

g) 30 adet dükkan, 

h) Kalenin erleri ile mütevellî, ka­tip, vaiz, 2 müezzin ve kayyımın otur­maları için yapılan ev ve binâlar, 

i) Kireç, taş ve horasan ile yapılan su yolları. 

Sözü geçen kalenin korunması için 26 nefer süvâri muhafız bir nefer süva­ri kethüdâsı, bir nefer alemdâr ve bir nefer çavuş olmak üzere toplam 30 ki­şinin tayin olunması ve günde ağaları­na 30, kethüdâlarına 20, alemdârlarına 17, çavuşlarına 16 ve neferlerden her

birine tabak parasıyla birlikte 15'er akçe olmak üzere, burada görevlendiri­lecek mezkûr 30 kişiye günde toplam olarak 473 akçe ödenmesi şart kılınmış­tır. Bu görevlilerin alacakları ücret karşılığı, görevlerini lâyıkı veçhile yapmaları, gelip gidenleri herhangi bir istekte bulunarak rencide ve taciz et­meyip, Antakya ile Belen'e gidip gelen yolcuları yeteri kadar neferle birlikte götürmeleri, Allah korusun yolculardan herhangi birisi zarara uğrarsa, ceza olarak zararın ödenmesinin o neferlere ait olacağından, koruma işine tam bir özen göstermeleri şart edilmiştir. Bunların dışında aynı kalede 15 kişi piya­de, muhafız bir diz-dâr, 4 kapıcı tayin edilmesi, günde diz-dâra 15 akçe, kapı­cıların her birine 12'şer akçe, diğer ne­ferlerin herbirine de 10'ar akçe olmak üzere toplam olarak sözü geçen 20 kişi­ye günde 213 akçe verilmesi ve bunla­rın da alacakları ücret karşılığı kale ve çevresini muhâfâzada ciddi ve gayretli olmaları şart kılınmıştır. 

Harp mâlüllerine ve gazîlere, vakıflardan türlü şekillerde yardım edilmesi konusunu da millî savunma vakıfları arasında mütâla etmek yerinde olur. Sa­vaşan bir adamın hayatı terk etmesi halinde çoluk çocuğunun yüzüstü kalmayacağına, sakatlanacak olursa kendi­sinin bakılacağına ve korunacağına i­nanması, onun savaş azmini ve kudreti­ni arttıracaktır o Vakıf belgeler incelendiğinde şehit askerlerin eşleriyle çocuklarına vakıflarca maaş bağlandığı ve yardımda bulunulduğuna dair sayı­sız uygulama örneklerini görmek müm­kün olacaktır. Meselâ, İstanbul'da Şeh­zade Câminin Padişah mahfeli kayyımı ve Unkapanı'ndaki Süleyman Subaşı câ­mi müezzini iken askere giden askerlik

görevini yapmakta iken vefat eden Mehmet Emin Efendi'nin hanımı Muh­tediye Muhlise ile yetim kalan bir ço­cuğuna evkâf nezâretince maaş bağlan­mış olduğuna ve bu maaşın sözü geçen Muhtediye Muhlise'nin dilekçesi üzeri­ne artırıldığına dair bir belge[19] şöyledir:

''Muhâsebdî Müdiriyyeti Umûmiyesi­nin 11-Haziran-332 tarihli müzekkeresi sûretidir. 

Asker edilen zevcinin vukû-ı vefâtı hasebiyle muhtâc-ı mu'âvenet kalan bir çocuğuyla beraber infak ve iâşelerine medâr olmak üzere tahsîs buyurulmuş olan şehrî 40 kuruş ile taayyüşleri kabil olamadığından bahisle maaş-ı mezkûrun münâsip mikdarâ iblâğı Şehzâde Câmi-i Şerîfi Mahfel-i Humâyûn kayyı­mı ve kabbân-ı dakîkde Süleyman Su­başı Câmi-i Şerîfi müeizini Hâfız Meh­met Emin Efendi zevcesi Muhtediye Muhlise mührüyle verilen arzu hâlde is­titâf olunmuş ve İstanbul Evkâf Müdiriyyetinin der-kenârına nazaran mumâ­ileyhâ ile sagîre kerîmesine teehüllerinde kat' olunmak üzere 10-kânûn-ı sanî-331 tarihinden itibaren şehrî yir­mişer kuruş muhtacîn maâşı tahsîs edil­diği anlaşılıp mezkûr arzu hâlin melfû­fu ilm ü haberle Mebânî-i Hayriyye Müfettişliğinin raporuda ifâde-i vâkı­ayı te'yîd etmekte bulunmuş olmağla icrâ-i îcabı menût-ı re'y-i â1i-i cenâb-ı nezâret­ penâhî1eridir. O1 bâbda emr ü fermân hazret-i men le-hü'l-emrindir. 

Onar kuruş zammı tensîb edilmiştir. 

işâret-i Sâmî

17-Haziran-sene 332'dedir. 

Zamm-ı vaki'in ale'1-usû1 kaydı ile

iadesi lüzûmu Muhâseât Müdiriyyet-i Umûmiyyesinin 13-Haziran-332 tarihli der-kenar-ı müzeyyelesinde beyân kılın­ması üzerine idarece muâmele-i kaydiy­ye îfâ ve evrak-ı esasiyyesi Müdiriyyet­i mezkûreye iâde ve isrâ' kılınmıştır 1-­Ramazan-334, 19 Haziran-331. ''

Metni yukarıya alınan belgenin in­celenmesinden de anlaşılacağı üzere vatani görevini îfâ etmekte iken vefât eden bir askerin eşi ile çocuğuna bağ­lanan maâşın, zamanla ihtiyacı karşıla­maz hale gelmesi sonucu eşinin vâki is­teği üzerine zamanla Muhasebât Genel Müdürlüğü ile Evkaf Nezâretinin konu­ya hassasiyet göstererek kısa bir süre içinde ilgilinin isteğinin olumlu bir şe­kilde sonuçlandırılmış olduğu görül­mektedir. 

Şöyle ki:

a) Muhâsebât Genel Müdürlüğünün ll-Haziran-1332 tarihli yazısında, ''Şehzâde Câminin Padişah Mahfeli kayyımlıgı ve Unkapanı'ndaki Süleyman Subaşı Câminin müezzinliği görevinde iken askere alınan Mehmet Emin E­fendi'nin, vatanî görevini yapmakta iken vefat etmesi münâsebetiyle eşiyle küçük kızının geçimlerini sağlamak üzere bağlanan 40 kuruş aylık maaşla geçimlerini sağlamaları mümkün ola­madığından bahisle söz konusu maaşın uygun miktara yükseltilmesi hususunda mühürlü arz u hâ1 takdim eden eşi Muhtediye Muhlise'nin dilekçesinde yardım isteğinde bulunduğu, bu dilekçe üzerine İstanbul Vakıflar Müdürlüğün­ce düşünülen notta ise adı geçen hanım ile küçük kızına evlendiklerinde kesilmek üzere 10-Kânûn-ı sanî-1331 ta­rihinden itibaren aylık 20'şer kuruş muhtaç maaşının tahsis edildiği anlâşılarak söz konusu arz u halin ekindeki ilm ü habere Mebânî-i Hayriyye Müfet­tişliğinin raporu da bu durumu te'yid etmekte olduğundan gereğinin yapılma­sı yüce Nezâretlerinin görüşlerine bağ­lıdır. 

Bu hususda emr ü fermân, emir kendinin olan hazretlerinindir. ''denil­mektedir. 

b) Evkaf Nezaretine gelen bu yazı­nın altına Nâzır tarafından 17-Haziran­1332 tarihinde yani, Muhâsebat Genel Müdürlüğünün belirtilen yazısının gön­deriliş tarihinden altı gün gibi kısa bir süre içinde ''10'ar kuruş zammı tensîb edilmiştir. ''notu konularak anne ile kü­çük kızına ayda 10'ar kuruş zam yapı­lıp, kendilerine ödenecek aylık maaşın 60 kuruşa yükseltildiği anlaşılmaktadır. 

c) Yapılan teklif ile tayin edilen zam miktarına ait işlemin usulüne uygun olarak kütüklere işlendikten sonra Muhâsebat Genel Müdürlüğü'nün 13-Haziran-1332 tarihli ek der-kenârın­da işlemle ilgili evrakın iâde edilmesi belirtilmiş olduğundan Vakıflar idare­sinde gerekli kayıt muamelesi yapılıp, konuyla ilgili esas evrakın sözü geçen Genel Müdürlüğe l-Ramazan-1334, 19­Haziran-1915 tarihinde iâde edilmiş ol­duğu anlaşılmaktadır. 

Osmanlı döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de savunma hizmetlerine yönelik Vakıflar kurul­muştur. Cumhuriyetimizin ilânı ile her ­alanda yapılan yenilikler arasında Va­kıflar da ele alınarak bir takım idârî ve yasal yenilikler getirilmiştir. Bu dönemde de önceleri Medeni Kanun hükümlerine ve daha sonra 1967 yılında kabul edilen 903 Sayılı yasa hükümle­rine göre çeşitli hayrî, sosyal, ekonomik ve kültürel konularda başarılı hizmet­ler sunan bir takım yeni vakıflar ku­rulmuştur. Bu arada bazı ileri görüşlü ve gayretli komutanlarımızın öncülü­ğünde Türk Silahlı Kuvvetlerini güç­lendirmeye yönelik Vakıflar da kurul­muştur. 1970 yılında Türk Hava Kuv­vetlerini Güçlendirme Vakfı, 1972 yı­lında Türk Deniz Kuvvetlerini Güçlen­dirme Vakfı, 1974 yılında Türk Kara Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı ve 1982 yılında da Türk Silahlı Kuvvet­leri Mehmetcik Vakfı kurulmuştur. 

Türk Hava Kuvvetlerini Güçlen­dirme Vakfı'nın kuruluş senedinin[20] 2. maddesinde yer alan amaç bölümünde şöyle denilmektedir:

''. . . millî havacılık sanayimizin geliş­tirilmesi, hava harp, silah ve vasıtalarının satın alınması, hayatî önemi hâ­iz hedeflerin havaya karşı koruma imkanlarının geliştirilmesi suretiyle Türk Hava Kuvvetlerine güç katkısında bulunmaktadır. ''

Türk Deniz Kuvvetlerini Güçlen­dirme Vakfı'nın kuruluş senedinin[21]1. maddesinde yer a1an amaç bölümünde şöyle denilmektedir: ''Türk Deniz Kuv­vetlerinin güçlendirilmesi konusunda Türk Ulusunun maddî ve manevî deste­ğini sağlamak Vakfın amacıdır. 

Türk Kara Kuvvetlerini Güçlendir­me Vakfı'nın kuruluş senedinin[22] 2. maddesinde yer alan amaç bölümünde şöyle denilmektedir:'' Mevcut kara si­lahları harp sanayimizin geliştirilmesi ve yeni harp sanayî dallarının kurul­ması, harp silah araç ve gereçlerinin satın alınması, yurt düzeyinde hayatî önemi taşıyan yerlerin korunma olanakları geIiştiri1mesi suretiyle Türk Kara Kuvvetlerinin savaş gücünün ar­tırılmasına katkıda bulunmaktır. ''

Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetcik Vakfı'nın kuruluş senedinin[23] 3. maddesinde yer alan amaç bölümünde şöyle denilmektedir:

''Silahlı Kuvvetlerde yaptığı görev esnâsında hayatını kaybeden veya sakat kalan erbaş ve erlerin kendilerine, çocuklarına ve bakmakla yükümlü ol­dukları kimselere sosyal ve ekonomik destek olmak ve çocuklarını okut­maktır. ''

Kuruldukları tarihlerden itibaren kuruluş gayeleri doğrultusunda verimli ve aktif faaliyetlerde bulunan bu va­kıflar, yüce mil1etimizin ilgi ve desteği ile her geçen gün daha çok güçlenip gelişerek, Silahlı Kuvvetlerimizin güçlenmesine büyük çapta katkıda bulun­muştur. 

Bu vakıflardan Kara, Deniz ve Ha­va Kuvvetlerini Güçlendirme Vakıfları birleştirilerek, mal varlıkları 17. 06.198 7 tarih ve 3388 sayılı kanunla kurulan ''Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı'' na devredilmiştir. 



Kaynak: Vakıflar Dergisi, sayı 20, Ankara 1988.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde kasada muhafaza edilen 168 K nolu orijinal vakfiyye defteri s.282

ATEŞ İbrahim, "Hayri ve Sosyal Hizmetler Açı­sından Vakıflar", Vakıflar Dergisi, S.19, s.78.

[2] Vakıflar Genel Müdürlü(ü Aşivi'nde Kasada muhafaza edilen .8 K nolu orijinal vakfiyye defteri, s. 75-79.

ATEŞ İbrahim "Hayri ve Sosyal Hizmetler Açı­sından Vakıflar", Vakıflar Dergisi, S.l9, s.78-79.

[3] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde mahfûz "Vakfıyye-i İstanbul Hâmis" adlı ve 574 nolu vakfiyye defteri, s.39-40, sıra.16.

[4] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde Mahfûz 595 nolu vakfiyye defteri, s. 249-250.

[5] Kunter, Halim Baki, ''Türk Vakıflarının Milliyetçilik Cephesi'', Vakıflar Dergisi, S.3, s.4. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde mahfûz 615

nolu vakfiyye defteri. s.188, sıra. 54.

[6] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde kasada muhafaza edilen 149 K nolu orijinal vakfiyye def­terinin 122-123. sahifeleri ve 572 nolu vakfiyye def­terinin 27 -63. sahifeleri ile 20. sırasında kayıtlı suret vakfiyyenin 35. sahifesi.

[7] Yond: Sürü ile gezen, terbiye edilmemiş yarı yabani kısrak. Bkz. Türkçe Sözlük, s.1497 ve Kâmûs-ı Türkî, s.1570.

[8] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde kasada muhafaza edilen 149 K nolu orijinal vakfiyye defte­rinin 142. sayfası ve 572 nolu vakfiyye defterinin 27­63. Sahifeleri ile 20. sırasında kayıtlı olan suret vakfiyyenin 36. sahifesi.

[9] Bâr: Yük, Gîr: (Giriften mastarından) Tutan, kaldıran. Bâr-Gîr: Yük tutucu, yük kaldıran, yük ta­şıyan anlamlarında olup hayvanlara, hamallara, araba ve gemi gibi şeylere kullanmakla beraber, enenmiş at­lara da kullanılır. Bkz.Kâmûs-ı Türkî, s.262.

[10] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde kasada muhafaza edilen 149 K nolu orijinal vakfiyye defteri­nin 389-390 sahifeleri ve 572 nolu vakfiyye defterinin 27-63. sahifeleri ile 20. sırasında kayıtlı olan suret vak­fiyyenin 55. sahifesi.

[11] Kunter, Halim Baki, "Türk Vakıflarının Milliyetçilik Cephesi", Vakıflar Dergisi S.3.s.3.

[12] Vakıflar Genel Müdürlüğü Avşivinde muha­faza edilen 58. nolu vakfiyye defterinin 260-261. sahifelerinde Arapçası ve 2132 nolu defterin 70-74. sahifelerinde Türkçesi kayıtlı olan vakfiyye. ATEŞ İbrahim, "Hayrî ve Sosyal Hizmetler Açısından Vakıf­lar", Vakıflar Dergisi, S.19.s.75-76.

[13] Hatice Turhan Sultan'a ait vakfiyyenin orijinali İst. Süleymaniye Ktp.de Turhan Valide Bölü­münde 150 eski kayıt numarası ile muhafaza edilmek­tedir. Sureti ise VGM Arşivinde muhafaza edilen Ha­remeyn 11 adlı ve 744 nolu defterin 112-135. sahi­feleri arasında yer almaktadır. Söz konusu kalelerle ilgili bölüm orijinal vakfiyenin 23-29., sûret vakfiy­yenin ise 115-116. sahifelerinde yer almaktadır

[14] Tevbe süresi, ayet: 41

[15] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde muha­faza edilen 735/2 nolu vakfiyye defterinin 119-123 nolu sahifeleri ve 49.sırasında kayıtlı vakfiyyenin 2.sahifesinin 34-36.satırları ile 3.sahifesinin 11-42 satırları.

[16] Diz-dâr : Diz: Kale, dâr: (Dâşten mastarın­ dan) tutmak, muhafaza etmek. Dizdâr: Kale muhâfızı

[17] Kethüdâ Aslı Ked-hudâ olup ev sahibi, kahya, daire konak veyahut bir nevi işlerin idaresine memur olan adam. Bkz.Kâmûs-ı Türkî, Kethüdâ Maddesi.

[18] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde muha­faza edilen 2224 nolu orijinal vakfiyye defterinde Arap harfleriyle ve 2157 nolu kütük defterinin 107. sahi­fesinde Türk harfleriyle kayıtlı olan vakfiyye.

ATEŞ ibrahim,''Hasan Paşa'nın Hatay-Kara­murt' taki Vakıf ve Vakfiyyesi'', Vakıflar Dergisi.S.16, s.5-26

[19] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde muha­faza edilen 950 nolu ve Nizâmât Tafsili adlı kütük defteri.,s.47.sıra 6940.

[20] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde muhâ­faza edilen Merkezi Sicil Defterinin 53. sırasında kayıtlı Vakıf senedi. 

[21] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde muhâ­faza edilen Merkezi Sicil Defterinin 129. sırasında kayıtlı Vakıf senedi. 

[22] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde muhâ­faza edilen Merkezi Sicil Defterinin 299. sırasında kayıtlı Vakıf senedi. 

[23] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde muhâ­faza edilen Merkezi Sicil Defterinin 726. sırasında kayıtlı Vakıf sened

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder